🍸 Evliya Çelebi Seyahatnamesi Istanbul Özet

Evliya Çelebi’nin Hayatı Kısa Özet. 25 Mart 1611 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Derviş Mehmet Zilli idi. Çelebi’nin ailesi aslen Kütahyalı olmakla birlikte İstanbul’un fethinden sonra İstanbul’a yerleşmeyi uygun görmüşlerdir. Bir Türk yazar ve dünya gezgini olan Evliya Çelebi, Seyahatname eseriyle tanınmıştır. EvliyaÇelebi ve Seyahatnamesi Evliya Çelebi 1611 yılında İstanbul’da doğmutur. Ne zaman vefat ettiği bilinmemekle beraber, yaygın kanaat 1682’den sonra fazla yaúamadığıdır. Fakat bazı kaynaklarda doğumu için 1614, ölümü için 1683 yılını zikredenler de vardır (Eren, 1960, s.1) EvliyaÇelebi’nin binlerce yıl geçse de önemini asla yitirmeyecek seyahatnâmesinin 17. yüzyıl İstanbul’unu anlatan bölümü İTO tarafından özel bir baskıyla yayınlandı. turizmhaberleri.com-haber merkezi İstanbul Ticaret Odası, muhteşem bir kültür girişimi.. GünümüzTürkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi İstanbul 1. Kitap 2 Cilt; Ciltli (Kutulu) 490 TL. Favorilere Ekle. Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi İstanbul 1.Kitap 2 Cilt (Kutulu) 280 TL. Favorilere Ekle. İbn Fadlan Seyahatnamesi. 40 TL. VÖNSÖZ İkilemeler, kuruluşları ve ifade zenginlikleri gibi farklı oluşum özellikleriyle araştırmacıların dikkatini çekmiş bir konudur. İkilemeler, Türk dilinde oldukça sık görülen ve başvurulan ifade özelliklerinden biridir. Çalışmamızda Evliya Çelebi’nin Seyahatname adlı eserinin 1. cildindeki ikilemeleri inceledik. Behisni, Gerger ve Kâhta kazaları, 1519’dan 1559’a kadar ekseri Rûm Beylerbeyliğine bağlı idi. 1563’den sonra 19.yüzyıl sonuna kadar Dulkadriye Eyaletine tabi olmuştur. Bu üç kaza bütün dönemlerde, Rûm veya Dulkadriye eyaletinin hangisine tabi olurlarsa olsunlar, hep Malatya Sancağı içerisinde yer almışlardır. 2 Ağustos 2016. 9 yorum. 2 dk. okuma süresi. Evliya Çelebi Seyahatnamesi 10 Cilt PDF içeriğini sizlere ulaştırmadan önce Evliya Çelebi’yi biraz tanıtmak istedim. Açık kaynaklardan da ulaşabileceğiniz üzere Evliya Çelebi, 1611 yılında doğan ünlü Türk gezginidir. Yaşamı boyunca gezdiği topraklarda gördüklerini qyuXGsx. Onun, Seyahatname gibi bir eseri kaleme almış olmasında birkaç önemli etken öne çıkar. Evliya Çelebi küçük yaştan itibaren kendisini imkânları bol, geniş bir çevrenin içinde bulmuştur. Ayrıca birçok insanla tanışmasının ve pek çok olaya şahit olmasının da etkisi büyüktür. Çelebi ömrünün otuz yılını İstanbul’da, geri kalanını seyahatlerde geçirmiştir. Bu gezile­rin çoğu vezirlerin ve paşaların himayesinde olduğu için yarı resmi hüviyettedir. Bu imkânlar ona, herhangi bir gezginden farklı imkân ve görgüler kazandırmış, çok geniş bir sahada dolaşmasını sağ­lamıştır. Kendi anlattıklarına göre Evliya Çelebi, 1630 Muharre-mi’nin Aşure Gecesi, Ahî Çelebi Camii’inde cemaat arasında Hz. Peygamber’i görür ve heyecanlanarak “Şefaat ya Resu-lallah!” diyeceği yerde “Seyahat ya Resulallah!” der. Hz Pey­gamber de onu hem şefaat hem de seyahatle müjdeler. Bu arada cemaat arasında bulunan Sa’d b. Ebu Vakkas seyahat­lerinde gördüğü yerleri yazmasını ister ve şöyle der“Yürü! Ok ve yayla gaza eyle. Sana müjde olsun. Bu mecliste ne kadar ruhla görüşüp ellerini öptünse hepsini ziya­ret etmek nasip olacak. Dünya seyyahı ve insanların meşhu­ru olacaksın. Ama gezip tozduğun memleketleri, kaleleri, şe­hirleri, acayip ve garip eserleri, her diyarda yapılan güzel şey­leri, yiyecek ve içeceklerini yazıp güzel bir eser meydana ge­tir ve benim silahımla iş görüp dünya ve ahirette manevi oğ­lum ol. Tuz ekmek hakkını gözle. İyi dost ol. Kötülerle arkadaş olma…”Bunun üzerine önce İstanbul’u, daha sonra da impara­torluğun bir çok yerini gezer ve gördüklerin kaleme alır. Evli­ya Çelebi, 1640 yılından başlayarak önce Bursa, İzmit ardın­dan Trabzon ve Kırım’a gider. Evliya Çelebi’nin gezip dolaştığı ve hakkında bilgi top­ladığı belli başlı yerler şöyledir İstanbul, Bursa, İzmit, Trabzon, Tokat, Erzurum, Van baş­ta olmak üzere bütün Doğu Anadolu; Üsküdar’dan Şam’a kadar bütün şehir ve kasabalarıyla Güneydoğu Anadolu bölgesi; Tiflis, Baku, Gürcistan, Kırım, Dağıstan, Çerkezistan, Kıpçak diyarı, Ejderhan havalisi; Bütün Ege kıyıları ve adaların birçoğu, Mora, Girit, Han­ya, Şumnu, Niğbolu, Silistre, Babadağı, Filibe, Sofya, Edirne. Çanakkale, Ozi, Gelibolu, Boğdan, Belgrad, Tameşvar, Vene­dik, Bosna, Karaorman, Üsküp, Selanik, Macaristan, Almanya, Avusturya, Lehistan, Arnavutluk, İspanya, Danimarka, Hollanda, Brandenburg ve Adriyatik sahilleri… Eserin aslı on cilttir. İstanbul kütüphanelerinde beş ayrı yazma nüshası vardır. Dünya seyahat edebiyatında, bu kadar geniş bir sahayı ihtiva eden ikinci bir eser yoktur. Evliya Çelebi son derece dikkatli bir seyyahtır. O, gezdi­ği yerlerin tarihini, coğrafyasını, iklim ve tabiatını, sanat eser­lerini, insanlarını, insanlarının giyiniş, yaşayış, dil ve dinleri­ni, silahlarını, âdetlerini, tanınmış hususiyetlerini, yerleşme şekillerini, kısaca şahsi ve günlük hayattan, cemaat hayatına, manevi hayata kadar bütün unsurları eserine almıştır. Bu du­rum Seyahatname’nin dünyada eşine rastlanmayan bir zenginlikle önemli bir kaynak olmasını sağlamıştır. Düşünceye ve daha çok göze hitap eden güçlü tasvirler, sıcak bir mizah, mü­balağa ve secilerle süslü üslubu onu farklı kılan unsurlardır. Viyana’da Bîr Hastanın Ameliyatı Viyana’da bir hastanın şakağına mermi girmişti. Doktor ve yardımcısı bu mermiyi çıkarmak için ameliyata başladılar. Ben de izin istedim ve sessizce onları izledim. Doktor öncelik­le hastanın alnının ortasından başlamak üzere baştaki deriyi iki tarafa doğru soydu. Ardından başının yan tarafından bir delik açtı. Sonra bir demir parçasıyla kafatasını kaktırarak a-yırdı. Kafatasının tam ortası keserin dişleri gibi birbirine geç­miş olduğu için tam ortadan ikiye bölündü. Ben hastaya da­ha yakından bakmak için yaklaştım, bu arada mendille ağzı­mı kapattım. Doktor bana niçin ağzını bu şekilde kapattın de­yince “Belki hapşırırım ve hastaya zarar verebilirim.” deyin­ce doktor “Sen doktor olmalıymışsın.” dedi. Ardından dok­tor kurşunu çıkardı, kurşunun yerini de bir süngerle temizle­di. Sonra da kemikleri eskisi gibi birleştirdi. Deriyi de kapattı. Ardından yüzlerce iri at karıncası getirdiler. Doktor karıncaları tek tek derinin bitiştiği yerlere yaklaştırıyordu. Karınca bu bi­tişen deriyi ısırır ısırmaz, doktor karıncayı belinden kesiyordu. Böylece deriyi baştan başa kapattılar. Birkaç hafta sonra adam iyileşti, karınca parçaları da kendiliğinden döküldü. Erzurum’un Soğuğu Halkın ağzında şöyle bir fıkra vardır Bir dervişe “Nere­den geliyorsun?” demişler. O da “Kar rahmetinden geliyo­rum.” demiş. Bunun üzerine “O ne diyardır?” demişler. Der­viş “Soğuktan insana zulüm olan Erzurum’dur.” demiş. “Ora­da yaz olduğuna rast geldin mi?” demişler. Derviş “Vallahi 11 ay, 29 gün sakin oldum. Halk hep yaz gelecek dedi. Ben göremedim.” demiş. Bir diğer fıkra da şudur Kedinin biri kara kışta bir dam­dan diğer dama sıçrarken havada donup kalmış. Sekiz ay sonra don çözülünce miyavlayarak yere düşmüş. Gerçekten de bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhâl donar. Elini demirden koparmak ihtimali ol­maz. Ancak bir miktar derisi yüzülerek demirden kurtulabilir. İstanbul Hastaneleri’nden Fatih Hastanesi 70 oda, 80 kubbe ve 200 memuru vardır. İpek altın işle­meli, bürümcük gecelikleri vardır. Birisi hasta olsa hastaneye götürüp ona bakarlar ve ilaç verirler. Günde iki defa türlü türlü güzel yemekler verilir. Vakıf kuralları öylesine sağlamdır ki şöyle denilmiştir “Eğer mutfakta keklik, turaç ve sülün kuş­larının eti bulunmazsa bülbül, serçe ve güvercin pişirilip has­talara bol bol verilsin.” diye yazılıdır. Hastanelerde, akıl has­talarının hastalıklarının geçmesi için müzikçiler ve okuyucular tayin edilmiştir. İstanbuldaki Marifet Sahibi ÜstadlarHezarfen Ahmed ÇelebiÖnce Ok Meydanı’nın minberi üzerinde, rüzgârın sert ol­duğu sırada kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uça­rak talim etmiştir. Sonra Murad Han, Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nde boğazı seyrederken Galata Kulesi’nin ta tepe­sinden lodos rüzgârıyla uçarak Üsküdar’a kadar Hasan Çelebi ve Bir NükteMurad Han’ın kızı dünyaya geldiği gece kurban keserek bayram ettiler. Bu Lagarı, elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek yaptı. Sarayburnu’nda hünkârın huzurunda fi­şeğe bindi. Çırakları fişeği Padişahım Allah’a ısmarladık! İsa Peygamberle konuşmaya gidiyorum, diyerek göğe yükseldi. Yanında olan fişekleri ateşleyip deniz yüzünü aydınlattı. En yukarı çıkıp da barutu bitince kartal kanatlarını açıp denize indi. Oradan yüzerek padişahın huzuruna geldi ve “Padişahım İsa Pey­gamber size selam söyledi.” diye şakaya başladı. İstanbul Beyanındadır Bu şehri Hazret-i Süleyman’ın kurduğu söylenir. Ayrıca Türklerin bu şehri almaları yüce Kur’an’daki “Kutlu Belde” tamlamasıyla anlatılır. Sözün kısası Türk gümbürtüsü, Türk görkemi, Türk vel­velesi, Türk debdebesi ve Türk’ün zaferi olan bu beldenin yeryüzünde bir benzeri yoktur. Yunan ve öteki tarihçelerin İstanbul’un kuruluşunda söz birliği ettikleri hikâye şöyledir. Hazret-i Peygamber’in doğumundan 1600 yıl önce Haz­ret-i Süleyman, insanlara, cirilere, kuşlara, vahşi hayvanlara ve rüzgâra hükmederken, bir padişah ona isyan etti. Hazret-i Süleyman bu padişahın ülkesine varıp, onu tutsak etti. Ancak bu padişahın periler kadar güzel bir kızı vardı. Dul olan Süleyman Nebi padişahın kızıyla evlenince onu Rum il­lerine getirdi. Kız, şeytanın aldatmasıyla durmadan ağlamak­ta idi. Süleyman Peygamber eşinin ağlamasının ve kederinin nedenini sorunca “Ya Emİnallah! Dilerim ki benim için bura­da büyük bir saray yaptırırsın, ben de geri kalan ömrümü orada daima ibadetle geçiririm.” diyerek ricada bulundu. Hazret-i Süleyman uzun araştırmalardan sonra İstanbul top­rağına geldi. Şimdi Hünkâr Bahçesi denilen Sarayburnu’na gelip orada otağını kurdu, bir gecede su ve havasının güzel­liğine vuruldu. Orada da büyük bir saray ve rengarenk bah­çeler içinde köşkler yaptırdı. Daha sonra da İstanbul için şöyle bir duada bulundu “Bu şehir cihan yıkılıncaya değin bakımlı ve onarımh kalsın.” İstanbul’un Adlarım Söyler İstanbul’un ilk yapısı Makdonye adını taşır. Andan Yan-ko bina ettiği için Yankovice dediler. Sonra İskender tekrar kurduğundan bu kez adı Aleksandri oldu. Ondan sonra da bir zaman Pozant dediler, bir zaman da Zondovina, Yağfuriye dediler. Dokuzuncu kez Kostantin yaptırdığı için Yunan di­linde Pozantiyum ya da Kostantiniye dediler. Nemçeliler Kos-tantinopol derler. Rus dilinde ise Terkuriye derler. Buna göre Grekler Grandoza, Macarlar Zendovar, Lehliler Kanatorya, Çekler Albanar, İskoçlar Herakliyan, Felemenkliler Astagania, İspanyollar Agrandoza, Portekizler Kostia, Araplar Kostantini­ye, İranlılar Kayser-i Rum-i Zemin, Hintliler Taht-i Rum, Mo­ğollar Çarğrad, Tatarlar ve Sakalibe ile Âl-i Osman’da yani Türkler de ise adı İslambol’dur. Türk’ün görkemi diye âleme ün salmıştır. Allah onu koruya! 17. yüzyılda yaşamış, medrese eğitimi görmüş, çeşitli devlet görevle­rinde bulunmuştur. Devlet görevleri sırasında gezip gördüklerini kaleme almıştır. Bu gezintiler, zaman zaman kesintiye uğrasa da kırk yılı aşmıştır. Gezdiği yerlerden derlediği bilgileri ve gözlemle­rini on ciltlik Seyahatnamesinde toplamıştır. Bu eserinde sade bir dil kullanmıştır. Bu eser, tarih, toplumbilim, coğrafya ve folklar acısından oldukça önemlidir. Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, on yedinci yüzyıl klasiği olarakhem zevkle okunabilecek bir edebiyat eseri hem de dil, tarih, dinler tarihi, sanat tarihi, tasavvuf tarihi, yerel tarih, halkbilimi, topografya ve araştırmacıları için kaynak niteliği Avrupa ve Afrika’da gezip gördüğü yerler için yalnızca onun kullandığı bir dil ve bakış açısı ile tanıklık eden Evliyâ Çelebi, on ciltlik dev eserinin birinci cildiyle aynı zamanda ilk Türkçe *İstanbul Monografisi*ni de vermiş olsa bile birçoğunu bugün bilemediğimiz pek çok kaynaktan derlediği mitoloji ve tarih karışımı bilgilerden saray hayatına; pek çok ünlünün kişisel tarihinden şehrin gündelik hayatına; şehrin etrafını çevreleyen surlardan her türlü mimari esere; kapılardan tepelere ve iskelelere; savaş ve barışta şehrin ve ordunun ihtiyaçlarını karşılayan yüzlerce esnaftan bahçe ve mesirelere; padişahlardan her sınıftan yönetici, bilim adamı ve ilginç tiplere; devletçe düzenlenen şenliklerden çok özel meclislerde yaşanan eğlencelere varıncaya kadar akla gelebilecek her şey bu ciltte anlatılmıştır. 1. Cilt;1. Kitap VIII, XII, 430 Kitap XII, 332 Kitap XIV, 386 Kitap XVIII, 452 s5. Kitap XVIII, 392 Kitap XVI, 384 s. [2474 s.]2. Cilt;7. Kitap XX, 414 Kitap XVI, 410 Kitap XII, 486 Kitap XXX, 598 1-10. Kitaplar 298, 2 s. [2286 s.]Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi "iki ciltlik" bez ciltli ve kutulu özel baskısı!YKY, bir 17. Yüzyıl Osmanlı İmparatorluğu Ansiklopedisi gibi okunabilecek olan Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi'ni çeviriyazı ve günümüz Türkçesiyle iki ayrı biçimde yayımlayarak okurlarını bu olağanüstü eserin aslına uygun örnekleriyle tanıştırdı. 1996 yılında başlayan ve birçok bilim insanının katkılarıyla bir ekip tarafından hazırlanan Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi'nin transkripsiyon çeviriyazı yayını 2007 yılında tamamlanmıştı. Bu yayının gözden geçirilip birleştirilmiş "iki ciltlik" bez ciltli ve kutulu özel baskısı, 10 kitabı içeren "Dizin"le birlikte 2011 Evliyâ Çelebi Yılı dolayısıyla ve DELTA Dizisi mantığıyla yapılmıştı. Fiyat ucuzluğu, taşıma ve kullanım kolaylığı ile dikkati çeken bu yayın biçiminin, Evliyâ Çelebi'nin Türkçesine fazla müdahale edilmeden, 10 kitap ve 20 cilt olarak 2003-2011 yılları arasında tamamlanmış olan Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi'ne de uygulanması düşünülmüş ve baskı hazırlıklarına başlanılmıştı. İlk dört kitap Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı tarafından hazırlanmış, kitaplar ise Yücel Dağlı'nın 2009'da beklenmedik ölümü ile Seyit Ali Kahraman tarafından tamamlanmıştır. Hazırlık ve basım sürecinin tamamlanmasıyla bu yeni yayın da piyasaya sürülmüş bulunuyor. Ancak Günümüz Türkçesiyle Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi eski biçimiyle de tek tek ciltler halinde ve kutular içinde yayınlanmaya devam Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi'nde merak edip aradığımız bir şeyi bu doğup büyüdüğümüz yer olur, herhangi bir kavram olur, bir kişi ya da yaratık olur ciltleri teker teker taramak yerine hangi yayından istersek oradan ikinci ciltteki Dizin'e Haz. Ruşen Deniz bakıyor bizi ustaca yönlendiren bu sistemli bilgi bankası sayesinde aramamızla ilgili sayfalara gönderiliyoruz. Tanıtım BültenindenHazırlayan Seyit Ali Kahraman,Yücel DağlıYayınevi Yapı Kredi YayınlarıISBN 9789750824326Boyut 17 x 25 Sayısı 4760 s. Basım Yılı 2013Basım Yeri İstanbulCilt Durumu Ciltli ve kutuluKağıt Türü 1. HamurDil Türkçe Osmanlı İmparatorluğu Evliya Çelebi Ali Kahraman Seyit Yücel Kültür Sanat Haberler Kitabın Adı Evliya Çelebi ve SeyahatnâmesiKitabın Yazarı Evliya ÇelebiKitap Hakkında Bilgi ve Özeti Gezip tozmayı yeni yerler görmeyi kim istemez ki? Böyle bir şeyi istemeyen kişinin bulunacağını hiç sanmıyorum. Şüphesiz gezmeyi hepimiz severiz, ama gezmeye hepimizin gücü yetmez. Yeni yerler görme merakımızı da yabancı film izleyerek, kitaplar okuyarak gidermeye çalışırız. Bu gezilip görülen yerleri anlatan gezi kitapları, seyahatnâmeler bu yüzden en çok okunan kitaplar arasında yer almıştır. Bu kitaplar hele bir usta kalemden çıktıysa okuyana büyük keyif verir. Gezi yazıları çok olmakla birlikte dünya çapında bu şekilde gezi kitapları ile şöhret kazanmış üç beş isim öne çıkar. Hele hele bunlardan üç isim çoktan unutulmazlar arasına girmiştir Marco Polo 1254-1324 , İbni Batuta Mağrib 1304-1369 ve Evliyâ Çelebi 1611-1684.Marco Polo, Venedikli bir İtalyan seyyahıdır. uzun yıllar boyunca seyahat etmiş babası ve amcası ile Orta Asya ve ta Çin’e kadar gitmiş; bu ülkede ve yolda gördüklerini akıcı, eğlendirici bir üslupla yazmıştır. İbni Batuta ise bir Arap seyyahıdır. O da Fas’tan Cebel-i Târık yola çıkmış Arap yarımadasını ön Asya’yı Uzak Asya’yı, Karadeniz’in kuzeyinde yer alan topraklarını Kırım, Rus, Moskova hattı gezmiştir. Bu dönemlerin ulaşım ve nakliye imkanları düşünüldüğünde gezilerin insanı hayrete düşüren bir alana yayıldığını görürüz. Bu iki seyyahtan asırlar sonra yaşamış olan Evliyâ Çelebi’nin gezdiği alan da bu iki seyyahın gezdiği alandan az değildir. O da bu gezdiği muazzam alanı ve bu alanlarda gördüklerini Seyahatnâme adlı 10 ciltlik eserinde çok eğlenceli bir dille anlatmıştır. Üstelik bu eserin dili Türkçedir. Çok az bir gayretle orijinalinden okuyup tam 400 yıl önce imparatorluğun merkezi olan İstanbul’da dünyaya gelen Evliyâ Çelebi aslen Kütahyalıdır 1611. Dedeleri bu şehre İstanbul’un fethinden sonra gelmiştir. Çelebi, Seyahatnâme’sinde soyunu, ta Yesevî’ye kadar dayandırır ve dedelerinden birinin Fatih’in bayraktarlığını yaptığını söyler. Babası Mehmed Zıllî Efendi, Kanunî’den I. Ahmed’e kadar sarayın baş kuyumcusu ser-zergerân görevinde çalışmıştır. Annesi ise Kafkasyalı bir câriyedir. Döneminin standart eğitiminden başka mahalle mektebi ve medrese daha çok yüksek devlet memurlarının yetiştirildiği saray okulunda yani Enderun’da eğitim almış buradaki eğitimini tamamladıktan sonra da 1635 yılında dönemin ve Osmanlı İmparatorluğu’nun en kudretli padişahlarından kabul edilen IV. Murad Bu arada o yalnız IV. Murad değil, I. Ahmed 1603-1617 I. Mustafa 1617-1623 II. Osman 1618-1622 IV. Murad 1623-1640 1640-1648 IV. Mehmed 1648-1687 gibi hükümdarların dönemlerini de idrâk eder. ile tanıştırılmış ve kısa sürede padişahın yakın çevresi arasında yer almayı başarmıştır. IV. Murad’ın vefatından sonra da bugünkü askerlikte motorize kuvvetlere denk gelen bir askerî kurum olan sipahiler arasında yer alır. Evliyâ Çelebi, henüz 20’li yaşlarının başlarındayken seyahat etmek, yeryüzünde yaşayan çeşitli toplulukları, kurulan medeniyetleri, mimari eserleri tanımak arzusuna düşer. Buna, büyük ölçüde içinde yaşadığı çevrenin sebep oluşturduğu görülmektedir. Babasının Kanunî Sultan Süleyman Han devrini yaşamış, güngörmüş bir kişi olması, hepsi hoş-sohbet kimseler olan babasının arkadaşlarının anlattığı şeyler, zaten insanları, yeryüzünü tanımaya meraklı olan küçük Evliyâ’yı gezip görmeye, tanımaya daha da heveslendirir. Bir süre bu fikri nasıl gerçekleştirebileceğini iki rüyanın önemli olduğunu söyler. Birisi kendi gördüğü rüyadır ki bu rüyasında önemli sahabelerden Sa’d bin Ebî Vakkas ile görüş ve Hz. peygamberden şefaat dilerken dili sürçer “Seyahat ya Resulallah” der. Bu dil sürçmesi üzerine kaderi belirlenmiştir, artık sürekli seyahat edecektir. Seyahatlerini nasıl yapacağı ve yazması konusunda da Sa’d bin Ebî Vakkas’tan emir alır. İkinci rüya ise babasından seyahat için izin alma hakkındadır. Babası gördüğü bir rüyada daha önceki dönemlerdeki önemli evliyaların, oğlunun seyahatine izin için kendisine baskı yaptıklarını söyler. Biz iki rüyayı da Evliyâ Çelebi’nin eserinde kendi ağzından dinleriz. Bu rüyalar gerçek olsun olmasın bize, Evliyâ Çelebi’nin seyahatlerine bir olağan üstülük katmak istediğini de Çelebi nerelere seyahat etmiştir?Seyahatlerinin çoğunu yukarıda sözünü ettiğimiz gibi resmî görevleri sırasında askerî ve diplomatik görevlerle komşu ülkelere ve yabancı ülkelere giden yüksek rütbeli devlet memurlarına eşlik ederken yapmıştır. Bu bağlamda savaşlarda bulunmuş bir çeşit savaş muhabirliği yahut da savaşın akışını belgelendirme görevini üstlenmiştir. Bu görevle küçüklü, büyüklü 22 civarında savaşta bulunmuştur. Bunların dışındaki seyahatlerini de yabancı elçilik heyetleri yurtlarına dönerken onların yanında bulunurken yapmıştır. Ö rneğin İran, Romanya ve Balkanlara seyahatleri bu şekilde olmuştur. Bu resmî görevleri dışında dinî görevini yerine getirmek için Arabistan’a yolculuk etmiştir. Hac görevini yerine getirdikten sonra 10 yıl kalacağı Mısır’a geçmiş ve burada iken kuzey ve kuzey doğu Afrika’yı da gezmiştir Sudan veHabeş. Seyahatnâme’nin X. cildi eksik bir şekilde birden bire bittiğinden Çelebi’nin eserini bir sonuca bağlayamadan vefat ettiği tahmin edilmektedir. Vefat yeri ve tarihi hakkında da kesin bilgi yoktur. II. Viyana Kuşatmasını gördüğü ve Mısır’dan İstanbul’a döndükten sonra öldüğü, mezarının Meyyitzâde kabri civarındaki aile kabristanında bulunduğuna dair iddialar da nasıl bir kitaptır?17’nci yüzyılın bu dâhi gezgini zamanın aydınları tarafından çok fazla dikkate alınmamıştır. Dünyada tanınır olması kendisinden 150 yıl sonra Avusturyalı tarihçi Hammer 1774-1856 vasıtası ile olmuştur. Türkiye’de ilk yayınlanması da günümüzden yaklaşık yüzyıl öncedir 1896. Seyahatnâme’de bir yabancının ilgisini çekecek her türlü konuda coğrafî, kültürel, mimarî, etnik ve folklorik bilgiler bol bol eserinde gezip gördüğü yerleri belli bir plâna uyarak anlatır. Bu plâna göre önce coğrafî bilgiler verir, sonra şehrin kalesinden bahseder, sonra yerel idarecilerden bahseder, kurumlardan bahseder, sonra dinî kurumlar ve eğitim kurumları ve son olarak da o beldenin halkından söz “Seyyah-ı âlem ve nedîm-i beni âdem Evliyâ-yı bî-riyâ” yani Dünya gezgini, insanoğlunun dostu, riyâsız Evliyâ diye takdim eden Çelebi, gördüklerini tatlı üslûbu içinde, biraz da abartarak ballandıra ballandıra anlatır. Kendi çağının süslü nesri yerine çoğu zaman sade ve samimi bir dili tercih eder. Yerel ağızlar kullanır, taklitler Çelebi Seyahatnâme’sinde, bu üslûp üzerinde okuyucusunu bazen at üstünde, bazen gemiyle köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir gezdirir, ülkeler aşırır. Bir macera romanı gibi, okuyucuyu sürükler. XVII. yüzyıl hayatı tümüyle Evliyâ’nın ekranında görünür. Olaylara çoğu defa alaycı bir tavırla yaklaşan Evliyâ Çelebi, bazen naklettiği olayları renklendirmek amacıyla uydurma haberler ve olaylar da ortaya atmış, okuyucunun ilgisini çekmek için aklın alamayacağı garip olaylara da yer seçilmiş parçalar Bu ben değersiz, yani "Derviş Mehmed Zılli oğlu Evliyâ", doğduğum şehir olan İstanbul'da, 1040 yılı Muharreminin âşûrâ gecesi =19 Ağustos 1630 rüyada kendimi Yemiş iskelesi civarında helâl mal ile yapılmış "Ahi Çelebi Camisi" nde gördüm. Derhal caminin kapısı açılıp içi silâhlı askerlerle doldu. Sabah namazının sünnetini kılıp duaya geçtiler. Ben zavallı minber dibinde durup bu aydın ve güzel yüzlü cemaati hayran hayran seyrettim. Hemen yanımda durana bakıp "Sultanım! Kimsiniz? Yüce adınızı lütfediniz" dedim. O da "Aşere-i Mübeşşere'den, kemankeşlerin piri Sa'd ibni Ebî Vakkâs'ım" diyince elini öptüm. "Ya sultanım, bu sağ tarafta nura bürünmüş güzel cemaat kimlerdir" dedim. "Onlar bütün peygamberlerin ruhlarıdır. Geri saftakiler evliyaların ruhlarıdır. Bunlar Peygamber'in sahabeleri ve yakınları, Kerbelâ şehitleridir. Mihrabın sağın-dakiler Ebubekir ve Ömer, solundakiler Osman ve Ali, mihrabın önündeki Üveysü'l-Karânî'dir. Caminin solunda, duvar dibindeki esmer adam senin pirin, müezzin Bilâl-i Habeşî'dir. Bu ayak üzre cemaati saf saf sıraya koyan kısa boylu adam Amr Ayyâr-i Zamîrî'dir. İşte bu bayrak ile gelen kızıl kanlı elbiseli askerler Hamza ile bütün şehitlerin ruhlarıdır" diye camideki cemaati birer birer bana gösterip herhangisine gözüm değdiyse elimi göğsüme basıp göz aşinalığı ile taze can buldum. Seyahatnâme’nin ilk sayfaları Evliyâ Çelebi’nin seyahatlerine başlamadan önce gördüğü rüya ile başlamaktadır. Burada aslında kendi iç dünyasına seyahat eder. Burada günümüz Türkçesine uyarlanmış şeklinden okuyoruz"Ya sultanım, bu cemaatin bu camide toplanmalarının sebebi nedir" dedim. "Azak taraflarında Müslüman ordularından Tatar askeri sıkıntıda olmakla Hazretin Peygamberin himayesinde olanlar bu İstanbul'a gelip oradan Tatar Hanı'na yardıma gideriz. Şimdi Peygamber Hazretleri dahi Hasan, Hüseyn ve On iki İmamlar ve benden gayrı Aşere-i Mübeşşere ile gelip sabah namazının sünnetini kılıp kaamet eyle diye işaret buyurur. Sen dahi yüksek sesle tekbir getirip sonra Kürsî ayetini oku. Sonra Peygamber Hazretleri mihrapta otururken elini öpüp şefâat yâ Resulullah diyip yardım rica et" diye Sa'd İbni Ebî Vakkâs bana öğretti. Cami kapısından parlak bir ışık peyda olduğunu gördüm. Caminin içi nur dolunca bütün sahabelerle peygamberlerin ve evliyaların ruhları ayağa kalktılar. Peygamber Hazretleri yeşil bayrağı dibinde, yüzünde nikabı, elinde asası, belinde kılıcı ile sağında Hasan, solunda Hüseyn ortaya çıkınca sağ ayağı ile camiye Bismillah ile girip mübarek yüzünden örtüsünü açıp "esselâmü aleyke yâ ümmeti"buyurdular. Mecliste hazır olanlar da "ve aleykümü'selâm ya Resûlallah ve yâ seyyidi'l-ümem"diye selâm hemen mihraba geçip iki rek'at sabah namazı sünnetini eda edip bitirince bana bir korku ve vücuduma bir titreme geldi. Ama Hazretin bütün eşkâline baktım. Hilye-i Hakanı de yazıldığı gibi idi. Selâmdan sonra bana bakıp mübarek sağ elleriyle dizine vurup "kaamet eyle" dediler. Hemen ben dahi Sa'd ibni Ebî Vakkâs'ın öğrettiği üzere derhal segah makamında ikamet edip tekbir getirdim. Hazret dahi segah makamında hazin bir sesle Fatihayı okudu. Rüyanın sonunda Sa'd İbni Ebî Vakkâs'm öğrettiği gibi hizmetimi tamamladım. Hazret mihraptan ayağa kalkarken Sa'd İbni Ebî Vakkâs elimden tutup Hazretin huzuruna götürdü "Sadık âşıklarından ve iştiyaklı ümmetinden Evliya kulun şefaatini rica eder" diyip bana da "mübarek elini öp" diyince ağlayarak mübarek elini küstahça öpüp heybetinden şaşırarak "şefaat yâ Resûlullah" diyecek yerde "seyahat yâ Resûlullah" demişim. Hazret hemen gülümseyip "Allah sıhhat ve selâmetle şefaatimi, seyahati ve ziyareti kolay kılsın" dediler. Oradakilerden hepsinin elini öpüp hepsinin hayır duasını alarak gidiyordum. Peygamber Hazretleri mihraptan "esselâmü aleyküm yâ ihvan" diyip camiden dışarı çıkınca bütün sahabeler bana hayır dua ettiler ve camiden çıkıp gittiler. Sa'd Hazretleri hemen belinden sadağını çıkarıp belime kuşatarak tekbir getirdi "Yürü! Ok ve yayla gaza eyle. Allah seni koruyup esirgesin. Sana müjde olsun Bu mecliste ne kadar ruhlarla görüşüp ellerini öptünse hepsini ziyaret etmek nasip olacak. Dünya seyyahı ve insanların meşhuru olacaksın. Amma gezip tozduğun memleketleri, kaleleri, şehirleri, acayip ve garip eserleri, her diyarda yapılan güzel şeyleri, yiyecek ve içeceklerini, şehirlerinin boylam ve enlemlerini yazıp fevkalâde bir eser meydana getir ve benim silâhımla iş görüp dünya ve ahiret oğlum ol. Doğru yolu elden bırakma. Kinden, garezden uzak kal. Tuz, ekmek hakkını gözle, iyi dost ol. Kötülerle arkadaş olma. İyilerden iyilik öğren" diye öğüt verip alnımdan öperek Ahi Çelebi Camisi'nden çıkıp gitti. Ben şaşkına dönüp uykudan uyandım. Acaba bu bir rüya mıdır, gerçek midir, yoksa doğru rüya mıdır diye düşünüp ferahlık ve gönül açıklığı duydum. Sonra temiz abdest alıp sabah namazını kıldıktan sonra İstanbul'dan Kasımpaşa'ya geçip yorumcu İbrahim Efendi'ye rüyamı tâbir ettirdim. "Cihanı gezen bir seyyah olup işin hayırla sona varır ve Hazretin şefaati ile Cennete girersin" diye müjdeledi. Oradan Kasımpaşa Mevlevihanesi Şeyhi Abdullah Dede'ye varıp elini öperek rüyamı ona da tâbir ettirdim "On İki îmam'ın elini öpmüşsün. Dünyada himmet sahibi olursun. Aşere-i Mübeşşere'nin ellerini öpmüşsün; Cennete girersin. Dört Halifenin ellerini öpmüşsün; dünyada bütün padişahların sohbetleriyle şeref bulup has nedimleri olursun. Mademki Hazreti Peygamber'in yüzünü görüp mübarek elini öperek hayır duasını almışsın, iki dünyada saadete erersin. Sa'd İbni Ebî Vakkâs'ın öğüdü ile önce bizim İstanbulcağızı yazmaya himmet edip bütün gayretini sarfeyle" diye yedi cilt muteber tarih ihsan buyurup "Yürü! İşin rast gelir" diye hayır dua etti. Evliyâ Çelebi’nin macerası işte bundan sonra başlar. Seyahatnâme’de bundan başka gittiği yerlerle ilgili bilgiler de eğlenceli bir üslupla verilir. Evliyâ Çelebi’nin abartmaları da meşhurdur. En bilinen abartması da Erzurum’da kışın şiddetini hissettirmek için anlattığı kedi ağzında Erzurum’la ilgili şöyle bir fıkra vardır Bir dervişe “Nereden geliyorsun?” demişler. O da “Kar rahmetinden geliyorum.” demiş. Bunun üzerine “O ne diyardır?” demişler. Derviş “Soğuktan insana zulüm olan Erzurum’dur.” demiş. “Orada yaz olduğuna rast geldin mi?” demişler. Derviş “Vallahi 11 ay, 29 gün sakin oldum. Halk hep yaz gelecek dedi. Ben göremedim.” demiş. Bir diğer fıkra da şudur Kedinin biri kara kışta bir damdan diğer dama sıçrarken havada donup kalmış. Sekiz ay sonra don çözülünce miyavlayarak yere düşmüş. Gerçekten de bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhâl donar. Elini demirden koparmak ihtimali olmaz. Ancak bir miktar derisi yüzülerek demirden kurtulabilir. Eserinde bildiği ve tanıdığı bilginleri de tatlı tatlı Ahmed Çelebi Önce Ok Meydanı’nın minberi üzerinde, rüzgârın sert olduğu sırada kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uçarak talim etmiştir. Sonra Murad Han, Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nde boğazı temaşa ederken Galata Kulesi’nin ta tepesinden lodos rüzgârıyla uçarak Üsküdar’da Doğancılar Meydanı’na Hasan Çelebi ve Bir NükteMurad Han’ın “Kaya Sultan” adlı temiz talihli kızı dünyaya geldiği gece kurban keserek bayram ettiler. Bu Lâgarî Hasan, elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek yaptı. Sarayburnu’nda hünkârın huzurunda fişeğe bindi. Çırakları fitili ateşlediler. Lâgarî “Padişahım seni Tanrı’ya ısmarladım. İsa Peygamber’le konuşmaya gidiyorum” diyerek. Tanrı’nın ve Peygamberin adını anıp göğe yükseldi. Yanında olan fişekleri ateşleyip deniz yüzünü aydınlattı. En yukarı çıkıp da büyük fişeğin barutu kalmayıp yere doğru inerken ellerinde olan kartal kanatlarını açıp Sinan Paşa Köşkü önüne denize indi. Oradan yüzerek çıplak bir halde padişahın huzuruna geldi. Yeri öperek “Padişahım! Îsâ Peygamber sana selâm söyledi.” diye şakaya şaka yapılan kişi sertliği ile meşhur IV. Murad’dır. Gezdiği yerlerin tanınmış kişileriyle ilgili hikâyeler arasında söz Akşehir’e gelince Nasreddin Hoca ve Timur ile ilgili anlatılan fıkraları da nakleder. Bu fıkralardan başka Nasreddin Hoca ile ilgili onun türbesinde kendi başından geçen bir anekdota da yer verir.“Bir gece yarısı göç boruları çalınıp bütün ağırlıklar gitti. Hakîr de hademelerimi gönderip bir gulamım ile kentten dışarı çıktım. Her kim ki Hoca Nasreddin’i ziyaret ederse aklına şakalarından bazı şeyler gelip elbette güler, derler. Acaba gerçek mi?’ diye caddenin sol tarafından mezarlığa sapıp atla doğru mezarına vardım. Bir kez Merhaba ey mezardakiler!’ deyince, Hoca Nasreddin’in türbesi içinden Merhaba ey himmet sahibi can!’ diye bir ses geldi. Atım ürküp iki ayağı üzerine kalktı. Bu telaşla bir ayağı bir mezara girdi. Hakîr kabir azabı çekeyazdım. Yine Hoca’nın türbesinden biri Ağa, sadakanızı veriniz de güle güle gidiniz! Beri geliniz beri!’ diye haykırdı. Meğer türbedâr imiş. Hakîr Bre herif, ben mezarlarında yatanlara selam verdim, sen neden selam aldın’ diyerek birkaç akçe verdim. Var yardımcın Tanrı ola’ diye ardımdan dua etti. Doğrusu bu duruma hakîr de güle güle geçtim gittim.”Isparta, Evliyâ Çelebi'nin hacca giderken uğradığı beldelerdendir. Bu yüzden Seyahatnâme’nin hacca gidişini anlattığı 9. cildinde yer almaktadır. Bakalım Seyahatnâme’de Isparta için ne diyor. Sadeleştirip alıyoruz Bu arada eserin orijinalinde gezdiği yerlerle ilgili -ihtimâl daha sonra kesin şekilde tamamlayacağını düşünerek- bazı bölümler nokta noktalarla gösterilmiştir. Isparta’yı anlatırken de çeşitli tarihler ve sayılar bu şekilde noktalarla boş şehr-i şîrîn-i Isparta ... tarihinde Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad zamanında Ermenilerden alınmıştır. Daha sonra da ... tarihinde Osmanoğulları tarafından fethedilmiştir. Anadolu’da Hamid sancağının idare merkezidir. Paşaya verilen arazinin yıllık geliri akçedir. Savaş olduğunda Paşa, bu gelirine karşılık olarak orduya 400 asker verir. Alaybeyi alaykomutanı ve çeribaşısı askerlikte bir rütbevardır. Dokuz zeamet ve 585 timarı vardır. Timar ve zeamet sahipleri toplam gelirlerinin beş binde biri kadarını harcayarak savaşlar için asker hazırlarlar. Hâs, zeamet ve timar sahiplerinin toplam asker sayısı 8000 bulur. Buna göre de Paşa, has olarak 400’ünü vermekte Şeyhülislâmlık müftülük, nakibüleşraflık peygamber soyundan gelenlerin işlerini gören kimse kurumları, sipahi birlikleri komuta merkezi, yeniçeri birlikleri komuta merkezi vardır. Ayan, eşraf ve bilginleri çoktur. 150 akçe şerif kazadır. Çevresinde ... adet köyden oluşur. Kadının yıllık geliri 6000 kuruş, paşanın kuruştur. Cevizden cevz-i madûddan elde edilen gelir yıllık yedi bin kuruştur. Vergi bâc u bâzâr ve cezalaradan kâr-i dilâzar da yedi bin kuruş gelir elde bu sancak eyâleti gâyet geniş bir alanı kaplar. Cümle ... kazâ yeridir. Ve Isparta şehri, on yedinci askeri bölgedir iklim-i örfiyye. Ve Anadolu Rum şehirlerindendir ve Hamitoğullarının yerleşim yeridir. Ve güzel bir şehirdir medîne-i müzeyyene. Bilginleri ve sûfîleri geçmişte de, bugün de çoktur. Ve toplam ... aded mihrâb camii vardır. Başlarında Firdevs Beğ câmii gelir ki Koca Mimâr Sinân binâ etmiştir. eş-Şeyh Velî Hazretlerini Ziyaret Hamîd sancağında Ağrasa bugünkü Atabey kasabasındandır. Doğduğu yerde bir zâviye yaptırmıştır ve orada gömülüdür. Şeyh Velî hazretleri, Firdevs Beğ câmiinde vâizlik eden Allah’ı bilir bir kimse imiş, pek çok kerameti görülmüş. .... Ve bu Isparta şehrin alâ kadri’l-imkân iki günde seyr [ü] temâşâ edüp kıble cânibine güneye doğru yola çıktık. Güzel ve bakımlı köyleri geçerek sekiz saatte... Çelebi Isparta’dan ana hatları ile bu şekilde bahsetmekte, bunlardan başka çevredeki bugünkü ilçe ve köyleri de görmüş ve ondan sekiz saat sonra gördüğü Bizans kalıntılarını anlatarak Isparta bahsine son verir. nun, Seyahatname gibi bir eseri kaleme almış olmasında birkaç önemli etken öne çıkar. Evliya Çelebi küçük yaştan itibaren kendisini imkânları bol, geniş bir çevrenin içinde bulmuştur. Ayrıca birçok insanla tanışmasının ve pek çok olaya şahit olmasının da etkisi büyüktür. Çelebi ömrünün otuz yılını İstanbul’da, geri kalanını seyahatlerde geçirmiştir. Bu gezile­rin çoğu vezirlerin ve paşaların himayesinde olduğu için yarı resmi imkânlar ona, herhangi bir gezginden farklı imkân ve görgüler kazandırmış, çok geniş bir sahada dolaşmasını sağ­ anlattıklarına göre Evliya Çelebi, 1630 Muharre-mi’nin Aşure Gecesi, Ahî Çelebi Camii’inde cemaat arasında Hz. Peygamber’i görür ve heyecanlanarak “Şefaat ya Resu-lallah!” diyeceği yerde “Seyahat ya Resulallah!” der. Hz Pey­gamber de onu hem şefaat hem de seyahatle müjdeler. Bu arada cemaat arasında bulunan Sa’d b. Ebu Vakkas seyahat­lerinde gördüğü yerleri yazmasını ister ve şöyle der“Yürü! Ok ve yayla gaza eyle. Sana müjde olsun. Bu mecliste ne kadar ruhla görüşüp ellerini öptünse hepsini ziya­ret etmek nasip olacak. Dünya seyyahı ve insanların meşhu­ru olacaksın. Ama gezip tozduğun memleketleri, kaleleri, şe­hirleri, acayip ve garip eserleri, her diyarda yapılan güzel şey­leri, yiyecek ve içeceklerini yazıp güzel bir eser meydana ge­tir ve benim silahımla iş görüp dünya ve ahirette manevi oğ­lum ol. Tuz ekmek hakkını gözle. İyi dost ol. Kötülerle arkadaş olma…”Bunun üzerine önce İstanbul’u, daha sonra da impara­torluğun bir çok yerini gezer ve gördüklerin kaleme alır. Evli­ya Çelebi, 1640 yılından başlayarak önce Bursa, İzmit ardın­dan Trabzon ve Kırım’a gider. Evliya Çelebi’nin gezip dolaştığı ve hakkında bilgi top­ladığı belli başlı yerler şöyledir İstanbul, Bursa, İzmit, Trabzon, Tokat, Erzurum, Van baş­ta olmak üzere bütün Doğu Anadolu; Üsküdar’dan Şam’a kadar bütün şehir ve kasabalarıyla Güneydoğu Anadolu bölgesi; Tiflis, Baku, Gürcistan, Kırım, Dağıstan, Çerkezistan, Kıpçak diyarı, Ejderhan havalisi; Bütün Ege kıyıları ve adaların birçoğu, Mora, Girit, Han­ya, Şumnu, Niğbolu, Silistre, Babadağı, Filibe, Sofya, Edirne. Çanakkale, Ozi, Gelibolu, Boğdan, Belgrad, Tameşvar, Vene­dik, Bosna, Karaorman, Üsküp, Selanik, Macaristan, Almanya, Avusturya, Lehistan, Arnavutluk, İspanya, Danimarka, Hollanda, Brandenburg ve Adriyatik sahilleri… Eserin aslı on cilttir. İstanbul kütüphanelerinde beş ayrı yazma nüshası vardır. Dünya seyahat edebiyatında, bu kadar geniş bir sahayı ihtiva eden ikinci bir eser yoktur. Evliya Çelebi son derece dikkatli bir seyyahtır. O, gezdi­ği yerlerin tarihini, coğrafyasını, iklim ve tabiatını, sanat eser­lerini, insanlarını, insanlarının giyiniş, yaşayış, dil ve dinleri­ni, silahlarını, âdetlerini, tanınmış hususiyetlerini, yerleşme şekillerini, kısaca şahsi ve günlük hayattan, cemaat hayatına, manevi hayata kadar bütün unsurları eserine almıştır. Bu du­rum Seyahatname’nin dünyada eşine rastlanmayan bir zenginlikle önemli bir kaynak olmasını sağlamıştır. Düşünceye ve daha çok göze hitap eden güçlü tasvirler, sıcak bir mizah, mü­balağa ve secilerle süslü üslubu onu farklı kılan unsurlardır. Viyana’da Bîr Hastanın AmeliyatıViyana’da bir hastanın şakağına mermi girmişti. Doktor ve yardımcısı bu mermiyi çıkarmak için ameliyata başladılar. Ben de izin istedim ve sessizce onları izledim. Doktor öncelik­le hastanın alnının ortasından başlamak üzere baştaki deriyi iki tarafa doğru soydu. Ardından başının yan tarafından bir delik açtı. Sonra bir demir parçasıyla kafatasını kaktırarak a-yırdı. Kafatasının tam ortası keserin dişleri gibi birbirine geç­miş olduğu için tam ortadan ikiye bölündü. Ben hastaya da­ha yakından bakmak için yaklaştım, bu arada mendille ağzı­mı kapattım. Doktor bana niçin ağzını bu şekilde kapattın de­yince “Belki hapşırırım ve hastaya zarar verebilirim.” deyin­ce doktor “Sen doktor olmalıymışsın.” dedi. Ardından dok­tor kurşunu çıkardı, kurşunun yerini de bir süngerle temizle­di. Sonra da kemikleri eskisi gibi birleştirdi. Deriyi de kapattı. Ardından yüzlerce iri at karıncası getirdiler. Doktor karıncaları tek tek derinin bitiştiği yerlere yaklaştırıyordu. Karınca bu bi­tişen deriyi ısırır ısırmaz, doktor karıncayı belinden kesiyordu. Böylece deriyi baştan başa kapattılar. Birkaç hafta sonra adam iyileşti, karınca parçaları da kendiliğinden SoğuğuHalkın ağzında şöyle bir fıkra vardır Bir dervişe “Nere­den geliyorsun?” demişler. O da “Kar rahmetinden geliyo­rum.” demiş. Bunun üzerine “O ne diyardır?” demişler. Der­viş “Soğuktan insana zulüm olan Erzurum’dur.” demiş. “Ora­da yaz olduğuna rast geldin mi?” demişler. Derviş “Vallahi 11 ay, 29 gün sakin oldum. Halk hep yaz gelecek dedi. Ben göremedim.” demiş. Bir diğer fıkra da şudur Kedinin biri kara kışta bir dam­dan diğer dama sıçrarken havada donup kalmış. Sekiz ay sonra don çözülünce miyavlayarak yere düşmüş. Gerçekten de bir adamın eli yaş iken bir demir parçasına yapışsa derhâl donar. Elini demirden koparmak ihtimali ol­maz. Ancak bir miktar derisi yüzülerek demirden Hastaneleri’nden Fatih Hastanesi70 oda, 80 kubbe ve 200 memuru vardır. İpek altın işle­meli, bürümcük gecelikleri vardır. Birisi hasta olsa hastaneye götürüp ona bakarlar ve ilaç verirler. Günde iki defa türlü türlü güzel yemekler verilir. Vakıf kuralları öylesine sağlamdır ki şöyle denilmiştir “Eğer mutfakta keklik, turaç ve sülün kuş­larının eti bulunmazsa bülbül, serçe ve güvercin pişirilip has­talara bol bol verilsin.” diye yazılıdır. Hastanelerde, akıl has­talarının hastalıklarının geçmesi için müzikçiler ve okuyucular tayin Marifet Sahibi ÜstadlarHezarfen Ahmed ÇelebiÖnce Ok Meydanı’nın minberi üzerinde, rüzgârın sert ol­duğu sırada kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere havada uça­rak talim etmiştir. Sonra Murad Han, Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nde boğazı seyrederken Galata Kulesi’nin ta tepe­sinden lodos rüzgârıyla uçarak Üsküdar’a kadar Hasan Çelebi ve Bir NükteMurad Han’ın kızı dünyaya geldiği gece kurban keserek bayram ettiler. Bu Lagarı, elli okka barut macunundan yedi kollu bir fişek yaptı. Sarayburnu’nda hünkârın huzurunda fi­şeğe bindi. Çırakları fişeği Padişahım Allah’a ısmarladık! İsa Peygamberle konuşmaya gidiyorum, diyerek göğe yükseldi. Yanında olan fişekleri ateşleyip deniz yüzünü aydınlattı. En yukarı çıkıp da barutu bitince kartal kanatlarını açıp denize indi. Oradan yüzerek padişahın huzuruna geldi ve “Padişahım İsa Pey­gamber size selam söyledi.” diye şakaya başladı. İstanbul BeyanındadırBu şehri Hazret-i Süleyman’ın kurduğu söylenir. Ayrıca Türklerin bu şehri almaları yüce Kur’an’daki “Kutlu Belde” tamlamasıyla anlatılır. Sözün kısası Türk gümbürtüsü, Türk görkemi, Türk vel­velesi, Türk debdebesi ve Türk’ün zaferi olan bu beldenin yeryüzünde bir benzeri yoktur. Yunan ve öteki tarihçelerin İstanbul’un kuruluşunda söz birliği ettikleri hikâye şöyledir. Hazret-i Peygamber’in doğumundan 1600 yıl önce Haz­ret-i Süleyman, insanlara, cirilere, kuşlara, vahşi hayvanlara ve rüzgâra hükmederken, bir padişah ona isyan etti. Hazret-i Süleyman bu padişahın ülkesine varıp, onu tutsak etti. Ancak bu padişahın periler kadar güzel bir kızı vardı. Dul olan Süleyman Nebi padişahın kızıyla evlenince onu Rum il­lerine getirdi. Kız, şeytanın aldatmasıyla durmadan ağlamak­ta idi. Süleyman Peygamber eşinin ağlamasının ve kederinin nedenini sorunca “Ya Emİnallah! Dilerim ki benim için bura­da büyük bir saray yaptırırsın, ben de geri kalan ömrümü orada daima ibadetle geçiririm.” diyerek ricada bulundu. Hazret-i Süleyman uzun araştırmalardan sonra İstanbul top­rağına geldi. Şimdi Hünkâr Bahçesi denilen Sarayburnu’na gelip orada otağını kurdu, bir gecede su ve havasının güzel­liğine vuruldu. Orada da büyük bir saray ve rengarenk bah­çeler içinde köşkler yaptırdı. Daha sonra da İstanbul için şöyle bir duada bulundu “Bu şehir cihan yıkılıncaya değin bakımlı ve onarımh kalsın.”İstanbul’un Adlarım Söylerİstanbul’un ilk yapısı Makdonye adını taşır. Andan Yan-ko bina ettiği için Yankovice dediler. Sonra İskender tekrar kurduğundan bu kez adı Aleksandri oldu. Ondan sonra da bir zaman Pozant dediler, bir zaman da Zondovina, Yağfuriye dediler. Dokuzuncu kez Kostantin yaptırdığı için Yunan di­linde Pozantiyum ya da Kostantiniye dediler. Nemçeliler Kos-tantinopol derler. Rus dilinde ise Terkuriye derler. Buna göre Grekler Grandoza, Macarlar Zendovar, Lehliler Kanatorya, Çekler Albanar, İskoçlar Herakliyan, Felemenkliler Astagania, İspanyollar Agrandoza, Portekizler Kostia, Araplar Kostantini­ye, İranlılar Kayser-i Rum-i Zemin, Hintliler Taht-i Rum, Mo­ğollar Çarğrad, Tatarlar ve Sakalibe ile Âl-i Osman’da yani Türkler de ise adı İslambol’dur. Türk’ün görkemi diye âleme ün salmıştır. Allah onu koruya!17. yüzyılda yaşamış, medrese eğitimi görmüş, çeşitli devlet görevle­rinde bulunmuştur. Devlet görevleri sırasında gezip gördüklerini kaleme almıştır. Bu gezintiler, zaman zaman kesintiye uğrasa da kırk yılı aşmıştır. Gezdiği yerlerden derlediği bilgileri ve gözlemle­rini on ciltlik Seyahatnamesinde toplamıştır. Bu eserinde sade bir dil kullanmıştır. Bu eser, tarih, toplumbilim, coğrafya ve folklar acısından oldukça önemlidir.

evliya çelebi seyahatnamesi istanbul özet